Gönülden Vermek
Bugün size İzmir veya Ege’nin kuzeyinden değil de daha
kuzeyden, Karadeniz kıyısından , Karadenizin koyu mavi sularına bakarak
yazıyorum. Bir süreliğine tekrar üniversiteye döndüm, Trabzon’da özel bir
üniversitede çalışmaya başladım. Ancak Sezen Aksu’nun dediği gibi “Kalbim
Ege’de kaldı”. Yani köşemi devam ettireceğim.
Bu günkü konumuz “Gönülden Vermek”. Çok az sayıda yaşlı bu
mutluluğu hala yaşamakla birlikte popüler kültür ile yok olan bir kavram, bizi
biz yapan kavramlardan birisi. En iyisi hatırlatmaya çalışmak.
Anlatıma bir alegori ile başlamak istiyorum; uzun saplı
kepçeler paradoksu1. Birçok kültürde farklı anlatım
varyasyonları olan bu hikayenin Türkçe’sini bulamadığım için kendi yorumumla
aktarmak istiyorum. Olay o ya, bir genç ölür ve ahirete göç eder. Onu
karşılayan meleklerin sempatisini kazanan gencimize bir ayrıcalık tanınır ve
cennet veya cehennem tercihi olup olmadığı sorulur. O da akıllı bir cevapla
önce görmek istediğini belirtir. Melekler ilk önce ona cehennemi gösterirler.
Manzara gerçekten korkunçtur. Sonsuza uzanan bir ziyafet masası ve iki yanında
bir kolları bağlı, diğer ellerinde ise bırakamayacakları uzun saplı kaşıklar
olan insanlar. Masanın üstü muhteşem ve çok lezzetli yemeklerle dolu. Ama hiçbiri
kaşığına doldurduğu yemeği, çok uzun sap nedeniyle, ağzına götüremiyor. Kan-ter
içinde boğuşuyor, açlıktan kıvranıyor, hırsla yemeklere dalıp çıkıyor. Açlık ve
hiddet ile tam bir cehennem hayatı yaşıyor. Genç gerçekten manzara karşısında
korkmuş, kesin burada olmamalıyım diye düşünmüş, ama yine de cenneti de bir
görmeden karar vermek istememiş. Şaşkınlıkla görmüş ki ortam aynı; yani üzeri
çeşitli yemeklerle dolu sonsuza uzanan bir ziyafet masası ve iki yanında aynı
şekilde bir kolları bağlı diğer ellerine yapışmış uzun saplı kaşıklar olan
insanlar. Ama herkes mutlu, gözleri pırıl pırıl. En sevdileri yemeklerden bir
kaşık alıyorlar ve karşılarında herhangi bir insana uzatıyorlar. Oda mutlulukla
kabul ederken diğerlerine bir şeyler yedirmeye çalışıyor. Paradoksun çözümü
burada bitiyor ve arkası hep açıklamalarla geliyor. Benim kanımca da orayı
cennet yapan karşılıklı bir dayanışma değil, herkesin içtenlikle, bir karşılık
beklemeksizin birisine sevdiği ve seveceği veya onu mutlu edecek bir şeyi
“gönülden vermesi”. Buna ilaveten o kaşık dolu lokmayı alan kişinin de bunu
saygı ve sevgiyle kabul etmesi ve bunu içtenlikle göstermesi. İşte, bence
ikinci masayı cennet yapan bu; verenin hiçbir karşılık beklemeden,
borçlandırmadan, minnet beklemeden, kendine kul köle olunmasını istemeden
sadece karşısındakinin mutluluğu için vermesi ve onun mutluluğu ile kendisinin
de mutlu olması. Karşılığında ise sadece alanın yüzündeki mutluluğu ve verileni
sevgi ile kabul edilişini görmesi.
Bizde sanırım bu son kısım unutuldu, yani gönülden vermek ve
sevgiyle ve saygıyla kabul etmek. Ama ne zaman kaybolduğuna dair bir tahminim
yok. Öyle deyişlerimiz var ki o tarihlerden bile bu iletişim ortamından mahrum
olduğumuzu gösteriyor. Mesela “Ben ona bir iyilik yapmadım ki, o bana ne diye
bir kötülük yapsın?” deriz. Bu hem iyiliğimizin bir karşılığı olduğunu, bir
borçlanmaya tekabül edebileceğini ve iyilik yapanın da bunu sevgiyle değil de
mecburiyet veya aç gözlülükle kabul etmiş olabileceği ve beklentilere karşı
kabaran öfkesini bir kötülükle gösterebileceği varsayımları yatar. Benzer korku
“Acıma yetime..” diye başlayan tekerlemede vardır. Tekerlemenin “yetim”
tarafının bu acıma karşısında neler çekebileceğini bize Ömer Seyfettin’in
“Diyet” hikayesi çok güzel anlatmıştır. Bu hikayelere bakınca en azından
yüz yıldır bu güzel iletişimin unutulmaya başladığı kavramı çıkar. Hatta çok
eski dini metinlerde bile bunun yokluğunun işaretlerini görürüz.
Tarihçeyi bir yana bırakırsak, bireyleri topluluk haline
getirin en önemli kavramlardan birisidir gönülden vermek ve sevgi ile kabul
etmek. Anne bebeğini hiçbir karşılık beklemeden besler, bağrına basar. Bebek de
bunu mutlulukla ve sevgiyle kabul eder. Bebeğinin gözünde o mutlu bakışı
görmekten daha büyük bir haz olabilir mi bir anne için? Vatan, millet, halk,
dava veya arkadaşları için canını feda etmek ve bu uğurda ölenleri şükranla yad
etmek de böyle bir şeydir. Aile de böyle ayakta kalır, arkadaşlık da.
Eğer sürüklenmeye karşı dayanışma halinde birbirimize tutunarak var olmayı
düşünüyorsak, ilk başta genlerimizden gelen bu olguyu2
hatırlamamızda yarar vardır.
Dip Not:
1 https://en.wikipedia.org/wiki/Allegory_of_the_long_spoons
2 Gen bencildir kitabı genlerin o
canlıyı birey değil grup halinde ayakta kalmasını sağlayacak şekilde
davrandığını yazmamış, bu neden le eksik bir anlatımı var.
- TakımlarPO
- Detaylı puan durumu için tıklayın
- TakımlarPO
- Detaylı puan durumu için tıklayın
- TakımlarPO
- Detaylı puan durumu için tıklayın
- TakımlarPO
- Detaylı puan durumu için tıklayın